TOPLUMSAL DUYARLILIK VE KADINLAR
Kolektif kötülük ve küresel sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan günümüz insanı bir yandan da yalnızlıktan muzdarip
TOPLUMSAL DUYARLILIK VE KADINLAR
Dr. Fatma Bayraktar Karahan Diyanet İşleri UzmanıKolektif kötülük ve küresel sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan günümüz insanı bir yandan da yalnızlıktan muzdarip. Tüm iletişim imkânlarına rağmen sahici olmayan, derinliği bulunmayan dostluklar, tanıdıklıktan öteye gidemeyen arkadaşlıklar, kopma noktasına gelen akrabalık ve aile ilişkileri ile ayakta kalmaya çalışıyor. Dünyanın bir kısmı için açlık hâlâ ölüm sebebi iken diğer kısmında insanlar tokluğun verdiği sıkıntılarla mücadele etmek zorundalar. Bir yandan dünya kaynaklarına tamahkârca hâkim olma isteğiyle açılan savaşlar, diğer yandan kendi ülkelerinin kaynaklarına, kendi yaşam haklarına dahi sahip olamayan insanlar, öldürülen çocuklar, zorunlu göçler… Neredeyse kutsallaştırılan gençlik ve güzellik algısı ile metalaşan ve metalaştıkça değersizleşen insan bedenine ilaveten robotlaşmaya ve robotlara teslim edilmeye hazır olunan insan zihni… Güçlünün haklı olduğu ikiyüzlü dünya siyaseti… İçi boşaltılan, tahrip edilen değerler ve Yaradan’dan kopartılan dayanaksız insan… Tüm bunların yüreğinde, vicdanında ve ruhunda derin yaralar açmakta olduğu insan için artık sadece beden sağlığını değil ruh ve akıl sağlığını da korumak hayli zor. Çağımızın yeni insanının bu kadar kötülüğe karşı tek başına mücadele edebilmesi de neredeyse imkânsız. Ancak iyilik yolunda atılacak ortak adımlar ve bu adımların üzerine bina edileceği sağlam bir değer birlikteliği bu mücadeleyi güçlü kılacak. Her bir ferdin tek tek sorumluluk alacağı ve “Ben ne yapabilirim?” diyeceği bir birliktelik… Ve şahsi emellerden vazgeçiş ile tam bir dayanışma ruhu ile… Kadını erkeği, yaşlısı ve genci ile…
Dayanışma ve Yardımlaşma Ruhu
İnsanlık, Hz. Âdem’den bu yana kötülükle iyiliğin, hak ile batılın mücadelesine şahitlik ediyor. Ama ondan beklenen sadece şahitlik etmesi değil, gidişata müdahil olması, haktan yana mücadele vermesi ve nihayetinde yeryüzünü imar etmesi… İhtiyacı olana yardımda bulunması, kendisinde var olanı, olmayanla paylaşması ve adaleti tesis etmesi… Bu ulvi olduğu kadar zor vazifeyi yüklenen insanı yüce Mevla dayanışma ve yardımlaşmada yarışmaya teşvik eder. Sahip olduklarını artırmaya değil vermeye, paylaşmaya bir teşviktir bu (Âl-i İmran, 3/ 114). Sanıldığının aksine sahip olduklarını artırdıkça değil, paylaştıkça mutlu olur insan. Kötülüğe karşı koydukça, iyilik yaptıkça huzura erer. Sadece kendisini değil, bir başkasını dert edinip düşündüğünde, fedakârlık yaptığında yaşamında anlam bulur. “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Bakara 2/148) Bu yüzden yüce Mevla, insana O’nun yolunda infak etmeyi ve iyilik yapmayı emreder. (Bkz. Bakara, 2/195, 261) Kur’an-ı Kerim’de: “…İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” buyurulur. İyilik etmek; mutluluk, huzur ve yaşamda anlam kadar Allah’ın sevgisini de buldurur bize. Allah Resulü de insanın kalıcılık arzusunun da ancak iyilikle gerçekleşeceğini söyler: “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-i câriye yani faydası kesintisiz devam eden hayır, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyye, 14) Tarih boyunca bu hissiyat ile Müslümanlar hayır ve hasenatı hayatlarının merkezine koyarlar. Hayrı, münferit gayretlerin ötesine taşıyarak oluşturdukları kurumlarla da hayırda yarışırlar. Hz. Peygamber’in teşviki ve örnekliğinde başlayan hayrat geleneği 8. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar uzanan bir devirde İslam devletlerinde müesseseleşerek devam eder. Özellikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde önemli gelişmeler kaydedilir. Birbirinden farklı pek çok mesele hayrın konusu olur. “Haçlıların eline esir düşen Müslümanları kurtarmak ve evlerine dönene kadar tüm ihtiyaçların görülmesi” şeklinde bir amaç belirleyen bir vakıf yanında “biri kiraz vakti diğeri üzüm vaktinde olmak şartıyla yılda iki defa talebelerin pikniğe götürülmesini vakfının amacı olarak tayin eden hayırseverler de vardır. Gençlere kendilerini kıymetli hissettirmek maksadının pek aşikâr olduğu bu vakıf gibi pek çok farklı hususta vakıfların varlığı dikkati çeker. Tekke, cami, imaret, köprü kadar mektep, sebil, çeşme de yaptırılır. Başka insanların hayatını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarını gidermek kadar hayatlarını güzelleştirmek, kültürü ve değerleri korumak, gelecek nesillere hakkıyla aktarmak gibi gayeler de fark edilir bu vakfiyelerde. Tarihî süreçte dikkat çeken bir diğer önemli husus ise Müslüman kadınların hayır faaliyetinin en organize hâli olan vakıflardaki etkileri ve varlıklarıdır. Gerek kurucusu gerek idarecisi olarak sayısı hayli yüksek sayıda kadın vakıflara katkıda bulunmuştur. “Vakıf, bir kişinin herhangi bir malını hiçbir etki altında kalmadan kendi arzusu ile Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle, toplum yararına tahsis etmesidir. Vakıf kurucusunun akıl sahibi ve hür olması, vakfa razı olması, bu işi hayır amacıyla yapıyor olması gibi şartlar vardır. Vakfın kuruluş belgesine ‘vakfiye- vakıfnâme’, vakıf yapan kişiye ‘vâkıf’, vakfedilen bina ve müesseselere ‘hayrat’, vakfedilen gelir kaynaklarına ‘akar’ denir.” (Müjgân Cunbur, “Türk Kadınlarının Kurdukları Vakıf Kütüphaneler” Türk Kadını, Yıl: 1 Sa: 3-4, s. 10)
Müslüman Kadınlar ve Hayata Dokunan Vakıflar
Sosyal hayatın içinde aktif olarak yerini alan Müslüman kadınlar, yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarını fark etmek konusunda ve var olan sorunlara çözüm bulmada, ihtiyacı gidermede bilinçli ve öncü bir rol oynarlar. Nitekim kurulan vakıfların çeşitliliği de bu bilincin bir göstergesidir. Öyle ki bugün için akla gelmesi bile kolay olmayan, çok ince detaylara dikkat edilerek toplumsal duyarlılık ile pek çok alanda vakıfların kurulduğu görülmektedir. İbadethaneler yaptırılırken önemli bir ihtiyaç olan aydınlanma sorunu da dikkate alınır; yağ, kandil ve mum temini de vakfiyenin şartları arasında yer alır. Medrese yaptırıldığında ise talebe ve müderrislerine ücret ödenmesi, muallimhâne yaptırılması, muallim ve yardımcılarına ücret ve talebelere kıyafet verilmesi şart koşulur. Eğitim-öğretimin desteklenmesi yönünde başka uygulamalar da dikkat çekicidir. Sultan 3. Mustafa’nın kızı Şah Sultan’ın vakfiyesindeki şu ifadeleri bu dikkat çekici örneklerden biridir: “… Kış günlerinde çocuklar ve türbedarlar için vakfımın gelirinden yılda yeteri kadar kömür alınsın. Senede bir defa adı geçen okulun öğrenci, öğretmen, görevlileri mesireye gidip yiyip içmek ve diğer giderleri için 100 kuruş harcansın ...” Yine kültürel değerlerin korunması ve gelecek nesillere aktartılması gayesinin esas alındığı vakıflar da bulunmaktadır. Bulunması zor bazı kitapların vakfedilerek kurulduğu kütüphaneler yahut tekrar tekrar okunmasının istendiği eserleri dinleyenlere yapılacak ikrama dahi vakıf tarafından kaynak ayrıldığı görülmektedir. Buna güzel bir örnek Münire Hanım’ın kurduğu vakıftır ki vakfın şartları arasında; Miraciye okuyup dinleyenlere şekerli süt ikram edilmesi istenmektedir.
Dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvalarından kış aylarında kuşların beslenmesi, köpeklere ekmek dağıtılması, çevreye gelen leyleklere yiyecek teminine varana dek farklı hizmetler de yürüten vakıflar bulunmaktadır. Bunların dışında borçluların borçlarının ödenmesinden esirlerin kurtarılması, alışveriş yapanların aldatılmalarını önlemek, hizmetkârların azarlanıp dövülmemeleri için kırdıklarının yerine konması, fakir kızlara çeyiz hazırlanması ve düğünlerinin yapılması, çalışamayacak durumdaki yaşlı ve sakatlanan meslek erbabı ile işçilere fon tahsis edilmesi, kitap yazılması, cezaevlerinde mahkûmların ihtiyaçlarının karşılanmasına kadar uzanan çok geniş yelpazede hizmet üreten vakıflar da vardır. İncelik, estetik ve detaycılık gibi kadın fıtratının yansıdığı bu vakıf faaliyetleri, kendi mahallelerinden uzaklara da ulaşmış, Müslümanlar için ayrıca kıymetli olan kutsal mekânlara, Mekke, Medine’ye kadar varmıştır. Huccaca ikramı, hac yolunun meşakkatlerini azaltmayı da kendine vazife bilen bir anlayış hâkim olmuştur. Hacı Mehmet Kızı Şerife Hanım, Soytarı Yusuf Kızı Emetullah Hanım, Mustafa Kızı Havva Hatun, Hacı Hasan Ağa’nın Eşi Emine Hatun’un kurdukları vakıflar Mekke ve Medine’deki fakirlere yardım etmek ve hac yolunda pek çok çeşmeler, sebiller yaptırmak amaçlarına hizmet etmiş böylesi birkaç vakıftandır.
Kadın İstihdamında Vakıflar
Kadınlar, pek çok vakfın kurulmasındaki önemli rolleri yanında vakıflarda yönetici olarak da görev yapmışlardır. Nitekim mütevellisinde kadınlara sayıca hayli fazla yer verilen vakıflar vardır. Diğer yandan vakıfların kadın istihdamına da katkısı olmuştur. Kadın istihdamına vakıf sahibi erkekler de önem vermiştir. Ev ve bahçe vakfeden Hattab b. Sahib Ahmed ve dokuma tezgâhları vakfeden İnegöllüzade Saffet Bey, kadın istihdamına kurdukları vakıflarla destek veren birkaç hayırseverdendir.
Mütevazı Gelirli Vakıflar
Müslüman kadınların toplumsal duyarlılıklarının bir sonucu olarak vakıflar kurdukları görülmektedir. Elbette öncelikli olarak Valide ve Hanım sultanların vakıf kurmada öne çıkmaları son derece tabiidir. Mihrimah Sultan’dan Hafsa Sultan’a, Mihrişah Valide Sultan’dan Bezm-i Âlem Valide Sultan’a, Hürrem Sultan’a kadar saray erkânından nice kadının vakıf eserleri ve hayır işlerindeki gayretleri bilinmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını doğru tespit ve sorunların neler olduğunu fark edebilmek için halk arasına tebdili kıyafetle karışan hanım sultanlar dahi bulunmaktadır. Ancak farklı gelir düzeyinden kadınlar da bu duyarlılığı gösterebilmiştir. Her vakfın gelir ve bağışının farklı olması, mütevazı gelirli kadınların vakıf kurduğuna işarettir. Nitekim üç odalı bir evi bulunan yaşlı ve kimsesiz bir kadının dahi evinin odalarını vakfetmesi buna güzel bir örnektir.
Vakıf Geleneğinden STK’lara…
Sosyal bütünleşmeyi sağlayan vakıflar, tarihî süreç içerisinde rollerini korumakla beraber 20. yüzyılın son çeyreğinde benzer amaca sahip ancak yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik değişimlerin doğurduğu yeni yapılar olan sivil toplum kuruluşları ortaya çıkmıştır. Devletlerin hem kalkınmasında hem de toplumsal düzenin sağlanmasında etkili olan bu yapılarda da kadınların aktif olarak rol aldığını görmek mümkündür. Zira dayanışma, yardımlaşma ve gönüllülük esasına dayanan STK’larda da kadınların aktif rol almalarında kadının fıtraten sahip olduğu duyarlılık ve yüksek farkındalığının etkisi vardır. Bu sebeple günümüzde pek çok farklı alanda faaliyet gösteren STK’ların çalışmalarında kadınların varlığı ve katkısı hayli yüksektir. Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 30.000 vakıf belgesi içinde kadınların kurduğu 2309 vakıf tespit edilmiş, bunlar içinde 1044’ünün vakfiyesi mevcut olduğu belirlenmiştir, Ankara Şeriyye Sicillerine göre; burada kurulan 151 vakıftan 43 tanesi, Edirne’de kurulan vakıfların %20’si kadınlara aittir. Edirne’de kadınların kurduğu vakıfların %70’i ise halktan kadınlara aittir.” “1546 tarihli İstanbul Tahrir defterine göre ise 2517 vakfın 913’ü kadınlara aittir. Ayrıca İstanbul’da 1930’lu yıllarda mevcut ve tamamı Osmanlı döneminde yapılmış olması lazım gelen 491 çeşmenin 128 tanesi (% 28) kadınlar tarafından kurulan vakıflarca inşa edilmiştir.” (M. Akif Aydın, “Osmanlı Toplumunda Kadın ve Tanzimat Sonrası Gelişmeler” Sosyal Hayatta Kadın, İstanbul 1996, s. 144.)
Sivil Toplum Kuruluşu (STK) Nedir?
Devlet dışında, birtakım siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyal faaliyetleri yürüten gönüllü kuruluşlara sivil toplum adı verilmektedir. (Kalaycıoğlu Ersin, “Sivil Toplum ve Neopatrimonyal Siyaset”, Küreselleşme- Sivil Toplum ve İslâm, s. 111-114) STK’ların en temel özellikleri, hükümetlerden, kamu makamlarından ve siyasi partilerden bağımsız olmaları, ticari çıkar ve kâr amacı gütmemeleridir. Dayanışma, birliktelik ve gönüllülük esasına dayalı yapılanırlar. Bu sebeple, “bu tür kuruluşlar, büyük oranda, faydacı ve paracı olmaktan çok dayanışmacı, gönüllü ve idealist çalışma yapabilecek insanlardan oluşmaktadır.”