Reklam
Mesut AKDAĞ

Mesut AKDAĞ

Serbest Köşe
[email protected]

Sesimi Duyan Var mı

03 Mart 2023 - 01:16

Gözlerini açtığında inleyerek cılız bir sesle “Neredeyim ben?” diyebildi. Yavaş yavaş kendini toparladı. Kendine gelilp gözlerini tam açtığında kapkaranlık ve ürkütücü sessizlikle karşılaştı. Etrafına endişeyle bakındı. Göz gözü görmüyordu. Zifiri karanlık içerisinde kalbinin ürperdiğini ta iliklerine kadar hissetti. 

El yordamı ile elini, ayağını bedenini yokladı. Yarı bir endişe ve rahatlamanın getirdiği vaziyetle derin bir ohh çekerek “Çok şükür bir şeyim yok.” Dedi. Gerçi hiçbir şeyi yoktu ama burası neresiydi ve neler olmuştu? Etrafına dokunarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Nereye dokunduysa buz gibi beton bloklarının soğuğunu hissetti. İçinde büyük bir umut ışığı parladı. “Çok şükür Allah’ıma her şeyden önce hayattayım, ölmemişim. Allah’ıma binlerce hamd olsun ki tabut içinde de değilim.” 

Yavaş yavaş zihnini toparlanmaya başladı. Evet, evet hafızasında canlanmaya başladı. Büyük bir sarsıntı, Allah demeye kalmadan evinin duvarlarının üstüne yıkıldığını hatırlayabildi. Zihnini iyice zorladı. Artık her şey hayal meyal aklına geliyordu. Büyük bir sarsıntıyla uyandı. Daha neler olduğunu anlamadan evinin duvarlarının üstüne yıkıldığını hayal meyal hatırladı. Eşinin ve çocuklarının korku çığlıkları kulaklarında yankılandı. Onlara korkmayın “Allah büyüktür bizi..” diyebilmiş ve gerisini getirememişti. Hatırlayabildiği bundan ibaretti. 

Sahi ya, eşi ve çocukları? Onlar hayatta mı? Ne haldeler? Kurtuldular mı? Yoksa yoksa? Aklına geleni zihninden çıkarmak için çok çaba sarfetti. Lakin ne fayda. Ölmüş olabileceklerinin ihtimali tüm vücudunu sardı. Bu korkuyla acı ile haykırdı: “Eliiif Eliiif karıcığım, Zeyneeep, Taaalip çocuklarım, yavrularım.” Sesi kulaklarında yankılandı ama onlardan çıt çıkmıyordu. Büyük bir inilti ile haykırarak tekrar seslendi. Yine ne bir ses ne de bir çıt var. Son olarak son nefesini tüketircesine bağırdı. Eliiiiiiif, Zeyneeeep, Taaaaaaliip! Yine ses yok. 

“Aman Ya Rabbi! Yardım et, güç kuvvet ver.” 

Tamamen hafızası yerine gelmeye başladı. Büyük bir deprem yaşadıklarını, o an neler olup bittiğini şimdi neredeyse en ince ayrıntısına kadar hatırladı. Gece çok geç yattığından yorgundu. O kadar yorgundu ki, depremi sarsıntısının sonlarında hissedebilecek kadar yorgundu. Eşi kendisine yalvarırcasına ve korkuyla sarsarak bağırıyordu. “Depreeem! Deprem oluyor.” Fakat kendisi çocuğun beşiğinde sallanır gibi sallandığını zannediyordu. Çocuklarının çığlıklarını sanki şu an kendisine bağırıyorlarmış gibi hatırlıyordu. “Babaaa! Babaaa! Depreeem! Ama uykusundan kalkıp da onların çığlıklarına yetişip kurtaramayacak kadar uykusuna yenik düşmüştü. 

Eşine ve çocuklarına kol kanat gerip onları bu enkazdan kurtaramamanın ızdırabını şimdi ta yüreğinin derinliklerinde hissetti ve kahroldu. Gözyaşlarına hâkim olamıyor, gözlerinden sicim sicim  yaşlar süzülüyordu. “Ya Rabbi! Ben öleyim onlar ölmesin. Ya Rabbi, onlar kurtulsun.” Diye dua etmeye başladı. 

Tekrar geceye döndü, hafızasını tamamen toparladı. Bir bir neler yaşadığını hatırladı. Ertesi gün yani pazartesi günü haftanın ilk iş günü idi. Yetişmesi gereken o kadar işleri vardı ki, geceden onların hesabını yapıp, planlarını yaparak hazırlıklarını tamamlaması gerekiyordu. Haftanın ilk iş gününe çok iyi başlaması gerekiyordu. Hele bu hafta çok tempolu bir iş trafiği vardı. Bilhassa pazartesi çok para kazanacağı işler ve teslimatları vardı. Bu yüzden hesabını ve planını çok iyi yapması gerekiyordu. Çalışması saatler sürdü. Epey bir zaman uğraşmış gece yarısını çoktan geçirmişti. Bedeni yorulmamıştı ama zihni o kadar yorulmuştu ki beyni çökmüştü adeta. Zihin yorgunluğunun verdiği tükenmişlikle uykusuzluktan gözleri şişmişti. Yatağa kendini zor atmıştı. Bu sebeple depremi hissedememiş, eşinin ve çocuklarının yardım çağrılarına yanıt verememiş ve yıkıklarının altında kalmıştı. Yüreği sızım sızım sızlıyor ama ne çare. 

Bugün pazartesi o kadar işleri vardı ki, büyük kazançlar elde edecekti. Bugünkü kazançla neler neler alacaktı. Atölyesine yeni bir makine alacaktı. Ama şimdi aklına ne işi ne bugünkü kazancı ne atölyesi ne evi geliyordu. Hatta bir ara eşi ve çocuklarını düşünmeyi bırakmıştı. Yalnız kendi hayatını düşünmeye başladı. 

“Şuradan bir çıksam, rahat bir nefes alabilsem, dışarıda özgürce ellerimi kollarımı hareket ettirmenin hazzını hissedebilsem, ışığı bir görebilsem, ah nelerimi vermezdim.” Diye kendi kendine söylenmeye başladı. Böyle kendisini düşünürken ne olduysa eşi ve çocukları aklına geldi. Kendine için için çok kızdı. 

“Ne oluyor sana ki; kendini düşünüyorsun? Çocuklarını hele senin için canını vermeye can atan seni kendinden çok seven karını unutup kendi derdine düşüyorsun. Bu sana yakışır mı?” sözleriyle kendi kendine söylenerek kızdı.   

Son takatiyle nefesinin tüm gücüyle avazı çıktığı kadar bağırdı. “Eliiif! Zeyneeeep! Taaaliip!”  Çocuklar bağırmasının peşine cılız bir sesle “Buradayız baba.” Diyebilmişlerdi. Onların cılız da olsa seslerini duyunca “Şükür Allah’ım sağlar. Çok şükürler olsun çocuklarım, eşim hayattalar. İnşallah, onlara bir şey olmamıştır. Heyecan ve merak karışımı bir sesle bağırdı. 

“İyi misiniz? Nasılsınız? Onlar da babalarının sesini duymanın sevinci ile seslendiler.  

“İyiyiz. Sen, sen nasılsın baba?” derinden bir oh çekerek 

“Çok şükür iyiyim. Ne oldu böyle?” 

“Deprem oldu. Binamız yıkıldı baba. Her şeyimiz gitti. Bizi kurtaracaklar mı baba? Kızının bu sorusuna kendi korkusunu belli etmeden umut vaat eden bir ses tonuyla 

“Kurtaracaklar kızım. Kurtaracaklar! Tabii önce Allah kurtaracak. Allah’a dua edin. “Nasıl Yusuf Aleyhisselam’ı kuyudan çıkardın, nasıl Yunus Aleyhisselam’ı balığın karnından çıkardın, nasıl İbrahim Aleyhisselam’ı ateşten kurtardın aynen öyle bizi de kurtar Ya Rabbi.” Diyerek Allah’a dua edin.” 

“Tamam dua edeceğiz baba. Zaten şu an O‘ndan başka sığınacak ve yardım isteyeceğimiz kimsemiz yok. Bu durumda Allah’tan başka sesimizi duyacak ve bize yardım edecek kimse yok.”

“Evet, evlatlarım şu an Allah’tan başka kimsemiz yok.” Birden yeni hatırlamış çok meraklı bir sesle bağırdı.

“Anneniz! Anneniz yaşıyor mu? Ondan haberiniz var mı?” hafiften ve uzaktan gelen bir ses duyuldu. 

“Ben buradayım. Yaşıyorum. Allah’a çok şükür iyiyim. Herhangi bir yerimde bir şey yok çok şükür.” 

“Allah’ım sana ne kadar şükretsem azdır. Bu lütuflarını tam manasıyla şükrümü yerine getiremem. Karımı ve çocuklarımı bana bağışladın. Sana sonsuz kere hamd u senalar olsun.” Babalarının bu sözlerine karşılık birden hepsi bir ağızdan

“Allah’ım sana çok şükrederiz. Bizi birbirimize bağışladın.” 

Ailesinin sapasağlam hayatta olmasına çok sevindi. İçinden binlerce kez Allah’a hamd etti. Karısına ve çocuklarına seslenerek dua etmeye tekrar çağırdı.   

“Öyleyse niye duruyoruz hep beraber dua edelim. Buradan sağ salim çıkarsak dünya işlerini bırakıp Allah’a yöneleceğim. Daima Allah’a ibadet edeceğim.”  Eşi Elif hemen karşılık verdi.

“Ben de ben de kocacığım. Ben de Allah’a kulluğumu harfiyen yerine getireceğim. İbadetlerimi hiç aksatmayacağım. Yazık etmişiz kendimize şimdiye kadar hep boş yaşamışız. Halbuki, her şey O’nun elindeymiş. O’na kul olmayı unutmuşuz. Gözümüzü dünya hırsı bürümüş sırf dünyaya çalışmaya başlamışız. İşte, şimdi bakın bu daracık yer tabutumuz oldu sanki. Ölümüyüz diri miyiz ya da diri diri bizi gömdüler mi bilmiyorum?”  Hanımının bu ümidini yitirmiş sözlerine karşılık onlara umut aşılamak için konuştu. 

“Ümidimizi kaybetmeyelim. Allah’a yalvaralım. Allah çıkıştığınızda “Benden isteyin bana yakarın.” Demiyor mu? Hadi hep beraber Allah’a yalvaralım. Sakın umudunuzu kaybetmeyin. Kurtarma ekipleri çalışmalarına mutlaka çalışmalarına başlamıştır. Öyleyse hadi hep bir yandan sesimizi duyurmaya çalışalım.” Hep bir ağızdan bağırmaya başladılar.

“Sesimizi duyan var mı? Hey! Sesimizi duyan var mı?”  Kaç kere bağırdılar bilinmez ama her seslenişleri, haykırışları karanlıklar içinde duvarlar arasında kayboluyor, ara sıra seslerinin yankıları geri dönüyordu. Seslerine cevap bulamayınca moralleri bozulur dibi oldu. Halbuki, ailesinin moralinin iyi olması gerekiyordu. Kendisi ailesinden daha çok metanetli olması gerekirdi. Ailesine ümidini kaybettiğini ve ağladığını hissettirmemesi gerekirdi. Dişlerini sıkarak 

“Korkmayın. Elbet buradan çıkacağız. Allah bize yardım edecektir.” Diyerek onlara ümit aşılamaya çalıştı. 

Tekrar kendisi ile yüzleşmeye başladı. Bugün yapacağı birçok işleri vardı. Geceden hepsinin planlarını yapmıştı. Sabah erkenden kalkıp atölyesine gidecek yarım kalan işlerini tamamlayacak müşterilerine teslim ederek ödemelerini alacaktı. Bugün baya yüklü ödemeler yapılacaktı. O ödemelerle borçlarını ödeyecek yeni malzemeler alacaktı. Ama şimdi ne ödemeleri ne atölyesi ne de evi gözündeydi. Bunlarının hepsinin bir boş olduğunu iyice anlamıştı. Ayet demiyor muydu? “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut 29/64) şimdi tek derdi buradan sağ salim ailesiyle birlikte çıkmaktı. 

Eğer buradan sağ salim çıkarsa eskisi gibi dünyaya çalışmayacak ailesine ve kendisine zaman ayıracaktı. Tabii ki Allah’a da kulluk yapacak en başta da kılmadığı beş vakit namazı kılacak, her daim hayır hasenatını yapacaktı. 

Göçük altında kâh böyle düşüncelere dalıyor kâh ailesiyle konuşarak umutlarını arttırmaya çalışıyordu. Göçük altında hiç ışık olmadığı için günü saati bilemiyorlardı. Zaman kavramını kaybetmişlerdi. Ne kadar zaman geçirdiler hatta kaç gün geçti bilmiyorlardı. Bildikleri tek şey çok acıkmaları ve gitgide de güçten düşmeleriydi.

Böyle aç ve susuz ne kadar zaman geçti, enkazda kaç gün kaldıklarının farkında değillerken bir ses duyuldu. “Sesimi duyan var mı?” Uzaklardan zayıf duyuldu duyulmayacak bir ses gibi geliyordu. Ses ne kadar cılız olsa da onlar için büyük umut sesi idi. Sesin dalgaları kalplerine ferahlık veren bir esintinin sesi gibiydi. “Sesimi duyan var mı?” Hep bir ağızdan son nefeslerine varıncaya kadar var güçleriyle bağrıştılar. 

“Buradayız. İmdaaat! Kurtarın bizi ne olur.” Ses bir iki defa daha bağırdı. “Sesimi duyan var mı?” son takatleriyle bağırdılar. 

“Buradayız! Buradayız! Kurtarın bizi.” 

“Duydum sizi. Kaç kişisiniz?”

“Dört kişiyiz. Biz aileyiz. Hepimiz çok şükür iyiyiz. Ne olursunuz kurtarın bizi.” 

“Tamam hemen başlıyoruz. Endişelenmeyin kurtaracağız sizi.” 

Üzüntü ağlamaları sevinç ağlamalarına, keder gözyaşları mutluluk gözyaşlarına dönüştü. Kurtarma ekipleri var güçleriyle, canla başla çalışmaya başladılar. Kurtarma ekibi elleriyle kuyu kazar gibi çalışarak epey bir zaman geçtikten sonra bütün aileyi kurtardılar. 

Kendisi ve ailesi kurtulup göçük altından gün yüzüne dışarı çıkınca kendilerini kurtaran kurtarma ekiplerine, birbirlerine, hemşirelere, doktorlara büyük sevinçle, şükranla ve gözyaşlarıyla sarıldılar. Kurtarma ekibine ve diğer görevlilere büyük minnetle,

“Allah razı olsun, sağ olun kurtardınız bizi. Allah ne muradınız varsa versin.” Dediler.  

“Allah’a çok şükürler olsun. Kurtulduk. Her şey bitti. Artık her şeyi geride kaldı.” Diyerek birbirlerine sarılıp ağlaştılar. Kurtarma ekipleri, hemşireler ve orada bulunan diğer görevliler de onların bu sevinç gözyaşlarına karşılık onlar da ağlamaya başladılar. Evet, kurtulmuşlardı onlar yeni bir hayat bekliyordu yeniden dört elle sarılıp hayata tutunacaklardı.

Bir aile olarak her şeye yeniden daha güçle ve güvenle başlayacaktı. Bu gücü ailesinin kendine duyduğu güven ve saygısından alıyordu. Ailesinden aldığı bu güçle yeniden onlara daha yeni bir hayat sunmak için var gücüyle daha azim, inanç ve kuvvetle çalışacaktı. 

Göçük altında kaç gün kaldıklarını sorunca üç gün 62 saat kaldıklarını söylediler. Dile kolay, karanlıklar içerisinde aç susuz bir şekilde üç gün 62 saat kalmışlar. Rablerine şükranla şükrettiler. 

Görevliler doğruca hastaneye götürdüler. Hastanede tedavileri iki gün sürdü. Allah’ın lütfuyla kendilerinde göçük yıkıntıları altında kalmalarına önemli bir rahatsızlıkları yoktu. 

Hastaneden çıkınca ilk işi atölyesine gitmek oldu. Atölyesi sapasağlam duruyordu. Sevinçten derin bir oh çekti. 

“Çok şükür atölyem duruyor.” Diyerek merak halinde ve karışık duygularıyla kapıyı açtı. Kapıyı açınca sevinci üzüntüye dönüştü. Bütün malzemeleri, yaptığı işler tepetaklak olmuş, her biri bir yerlere savrulmuş, kimileri kırılmış, kimileri parçalanmış kullanılamaz hale gelmişler. 

Evet, dükkân sapasağlam duruyor ama malzemeler ve ürünleri zarar görmüştü. Hayıflanarak ve büyük bir üzüntüyle 

“Eyvaah! Ne olacak şimdi? Ne yapacağım şimdi?” diyerek kendi kendine söylenmeye başladı. 

“Hiç değilse ürünler sağlam kalsaydı. Onları satabilirdim. Hem de bütün evler yıkılmışken onun eşyalarına, ürünlerine ihtiyaç duyulacaktı. Güzel bir karla satabilecekti. Bu mallarının zayi olup yüksek karlardan yoksun olacağına üzülmüş hali göçük altında kendine verdiği sözleri unutmuş gibi görünüyordu. 

“O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.

Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” (Yunus 10/22-23)

 

Mesut AKDAĞ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum